SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L İMAN

<< 18 >>

11. Bâb

 

حدثنا أبو اليمان قال: أخبرنا شعيب، عن الزهري قال: أخبرني أبو إدريس عائذ الله بن عبد الله: أن عبادة بن الصامت رضي الله عنه، وكان شهد بدرا، وهو أحد النقباء ليلة العقبة: أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال، وحوله عصابة من أصحابه: (بايعوني على أن لا تشركوا بالله شيئا، ولا تسرقوا، ولا تزنوا، ولا تقتلوا أولادكم، ولا تأتوا ببهتان تفترونه بين أيديكم وأرجلكم، ولا تعصوا في معروف، فمن وفى منكم فأجره على الله، ومن أصاب من ذلك شيئا فعوقب في الدنيا فهو كفارة له، ومن أصاب من ذلك شيئا ثم ستره الله فهو إلى الله، إن شاء عفا عنه وإن شاء عاقبه). فبايعناه على ذلك.

 

[-18-] Ebu İdris Aizullah bin Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Bedir savaşına katılan ve Akabe bey'ati sırasında seçilen temsilcilerden biri olan Ubâde b. Sâmit şöyle demiştir: Allah Resulü etrafında sahabeden bir grup varken şöyle buyurdu:

 

Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina et­memek, çocuklarınızı öldürmemek, el ve ayaklarınız arasından (kendiliğinizden) uyduracağınız bir yalanla bühtan etmemek, hiçbir iyi işte isyan etmemek üzere bana beyat ediniz. Kim sözünde durursa onun mükafatını vermek Allah'a aittir. Kim de bu günahlardan birini işler de dünyada iken cezalandırılırsa, bu ceza kendisi için keffaret olur. Kim bu günahlardan birini işler de, Allah onun durumunu örterse (suç işlediği insanlar arasında bu durum ortaya çıkmazsa) onun durumu Allah'a kalmıştır; dilerse ona azap eder, dilerse onu affeder".

 

Biz de bu şart üzere Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e bey'at ettik.

 

Tekrar: 3892, 3893, 3999, 4894, 6784, 6801, 6873, 7055, 7199, 7213, 7468.

 

 

Diğer tahric: Tirmizî, Hudud; Müslim, Hudud

 

AÇIKLAMA:     Bedir savaşı Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in müşriklerle yaptığı İlk savaştı.

 

Hz. Peygamber'in "çocuklarınızı öldürmemek" sözü hakkında Muhammed b. İsmail et-Teymî ve diğer âlimler şöyle demişlerdir: Hz. Peygamber yalnızca çocukların öldürülmesinden bahsetmiştir. Çünkü bunda hem cana kıyma, hem de akrabalık bağını koparma vardır. Bu yüzden onu yasakla­maya daha çok özen gösterilmesi gerekir. Ayrıca çocukları Öldürmek, Araplar arasında yaygındı. Bu, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek ve rızık endîşesiyle erkek çocuklarını öldürmek suretiyle yapılırdı. Diğer bir İhtimale göre; ço­cuklar kendini savunamayacak durumda olduğu için onlardan bahsedilmiştir.

 

"Bühtan" dinleyeni şaşırtan yalandır. Hadiste iftiradan bahsedilirken organ­lar içinden yalnızca el ve ayaklar zikredilmiştir. Çünkü fiillerin çoğunluğu bun­larla yapılır. Zira dokunmak ve yürümek işini yapan onlardır. Yine Araplar sa­natkârlara "eyâdî" demişlerdir.

 

Hz. Peygamber'in Bey'at Alırken Sadece Yasaklardan Bahsetmesi

 

Şu sorulabilir: "Hz. Peygamber  burada niçin yalnızca yasakları saymıştır da emirlerden bahsetmemiştir?"

 

Bu soruya şu şekilde cevap verilir: Hz. Peygamber emir­leri de ihmal etmiş değildir. Bunları "isyan etmemek" sözünün içinde özet olarak zikretmiştir. Çünkü isyan emre aykırı davranmak demektir. Yasakların pek ço­ğundan bahsetmekle birlikte emirlerden bahsetmemenin hikmeti şudur: Bir şeyi terk etmek, yapmaktan daha kolaydır. Çünkü kötülüklerden kaçınmak, yararları elde etmekten önce gelir. Çirkinliklerden temizlenmek, faziletlerle bezenmekten öncedir.

 

Şirk Affedilmez

 

Nevevî şöyle demiştir: Bu hadisin genel ifadesi, 'Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz.[Nisâ, 48] âyetindeki özel ifade ile tahsis edilmiştir (sınırlandırılmıştır). Dinden dönen kişi bu fiili sebebiyle öldürüldüğünde, öldürülmesi suçuna keffaret olmaz.

 

Ben (Ibn Hacer) derim ki: Bu, "kim bu günahlardan birini işler. şeklindeki ifadenin, yukarıda geçenlerin tümünü kapsadığını düşündüğümüz zaman geçer­lidir. Ki ilk anda anlaşılan da budur.

 

Tîybî şöyle demiştir: "Doğrusu bu hadiste kasdedilen şirk, küçük şirk olan ri­yadır. Hadisteki şirk kelimesinin belirsiz olarak kullanılması da bunu göstermek­tedir." Ancak şirk kelimesi dindeki kullanımda tevhidin zıddını ifade ettiğinden bu görüş eleştirilmiştir.

 

İşlenen Suçlara Dindeki Cezaların Uygulanması, Günahın Kefareti Olur Mu?

 

Kadı Iyaz şöyle demiştir: Alimlerin çoğunluğu, had (Kur'an ve sünnette be­lirtilen) cezalarının uygulanması bu suçların keffâreti olur görüşünü bu hadise dayanarak kabul etmişlerdir. Âlimlerin bir bölümü ise Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği "Had cezalarının bu suçları işleyenler için keffaret olup olmadı­ğını bilmiyorum" ifadesi sebebiyle bu konuda görüş belirtmekten kaçınmıştır. Ancak Ubâde hadisi senet açısından daha sahihtir. İki hadisin arasını bulmak için şu söylenebilir: Ebu Hureyre hadisi, Allah'ın konuyu Hz. Peygamber'e bildirmesinden önce söylenmiştir. Daha sonra Allah bu ko­nuyla ilgili durumu Hz. Peygamber'e bildirmiştir.

 

Peygamberimizin hadisinde yer alan "cezalandırılırsa" ifa­desi hakkında İbnü't-Tîn şöyle demiştir: "Hz. Peygamber bu­nunla hırsızlık suçunda el kesme cezasını, zina suçunda sopa vurulmasını veya recmi kastetmiştir." Kadı İsmail ve diğer âlimlerden nakledildiğine göre» katilin (kısas yoluyla) öldürülmesi, başkasını bu suçu işlemekten caydırmak içindir. Âhirette ise öldürülen kişinin hak talebi mevcuttur. Çünkü o, katilin öldürülmesi ile hakkını almamıştır. Ben (İbn Hacer) ise derim ki: Öldürülen kişi, katilin (kısas yoluyla) öldürülmesi ile hakkını en güzel şekilde almış olur. Çünkü haksız yere öldürülen kişinin günahları bağışlanır. Zira bu konuda İbn Hibban ve diğer âlim­lerin sahih kabul ettiği şu hadis bulunmaktadır: "Kılıç (yani haksız yere öldü­rülmek), günahları siler". İbn Mesud'un rivayetine göre "(Bir müslumanın başına)  Öldürülme  gelince,   bütün  günahları  siler".   Bezzâr  da  Hz. Aişe'den merfu olarak şunu rivayet etmiştir: "Öldürülme, rastladığı bütün günahları siler". Şayet öldürülmüş olmasaydı, günahları silinmeyecekti. Kişiye bundan daha büyük hangi hak ulaşabilir? Öldürülme cezası yalnızca başkalarını caydırmak için konulmuş olsaydı, öldürülenin velilerinin katili affetmesi hükmü konulmazdı.

 

Yukarıda zikredilen cezalara acılar, hastalıklar vb. dünyevî musibetler girer mi? Bu konu tartışmalıdır, "Kim bu günahlardan birini işler de Allah onun du­rumunu örterse" ifadesi, bunların zikredilen cezalara girmediğini gösterir. Çünkü bu musibetler, günahların örtülmesi ile çelişmez. Ancak başka pek çok hadis, karşılaşılan musibetlerin günahlara keffaret olacağını ifade etmektedir. Bunlarda, had cezasını gerektirmeyen günahların affı kasdedilmiş olabilir. Doğrusunu Allah bilir.

 

Günahların bağışlanması için (sadece cezanın uygulanmasının yeterli olma­dığı, bunun yanında) tevbenin şart olduğu söylenmiştir. Tabiînden bazıları da kesin olarak bu görüşü kabul etmişlerdir.

 

"Durumu Allah'a kalmıştır" ifadesi hakkında el-Mâzinî şöyle demiştir: Bu ifa­de, büyük günah işleyeni kâfir kabul eden Haricîlere ve tevbe etmeden ölen fâsığın cezalandırılmasını gerekli gören Mutezile'ye bir reddir. Çünkü Hz. Peygamber bu kişinin durumunun Allah'ın dilemesine bağlı oldu­ğunu söylemiş, kesin olarak cezalandırılacağını söylememiştir."

 

Tîybî şöyle demiştir: "Bu, hakkında bizzat nass (ayet-hadis) bulunanlar hariç, kimse hakkında 'cehennemliktir' veya 'cennetliktir' şeklinde şahitlik yapmamaya İşaret etmektedir." Ben (İbn Hacer) derim ki: Bir insanın cehennemlik olduğu hakkında şahitlik yapılmaması konusu açıktır, ikinci kısım ise ancak hadisi, ilk anda anlaşılanın dışında yorumlamakla anlaşılır, ki bu şekilde anlamak zorunlu­dur.

 

"Dilerse ona azap eder, dilerse onu affeder" ifadesi, günahından tevbe'ede­ni de etmeyeni de kapsamaktadır. Bunu bir grup alim söylemiştir. Çoğunluğa göre ise tevbe eden kişi üzerinde sorumluluk kalmaz. Bununla birlikte kişi Allah­'ın azabından da emin olamaz. Çünkü tevbesinin kabul edilip edilmediğini bile­mez. Bir görüşe göre ise, had cezası olan günah ile had cezası olmayan günah birbirinden farklıdır.

 

Şu konuda görüş ayrılığı söz konusu olmuştur: Bir görüşe göre had cezasını gerektiren bir suç işleyen kimsenin gizlice tevbe etmesi caizdir ve bu yeterli olur. Diğer görüşe göre ise, tıpkı Hz.Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devrindeki (zina eden ve zina ettiklerini itiraf eden) Mâiz ve el-Gâmidiyye'nin durumunda olduğu gibi, en faziletlisi devlet başkanına giderek suçunu itiraf etmek, kendisine had cezasının uygulanmasını istemektir. Bazı âlimler ise şöyle bir ayırım yapmıştır: Kişi günah işlemekle tanınan bir kimse ise, tevbe ettiğini insanlara duyurması müstehaptır, aksi takdirde değildir.